28/10/2013
Cumhuriyet Bayramı; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29
Ekim 1923'te Cumhuriyet yönetimini ilan etmesi sonucunda her yıl 29 Ekim
günü ülkemizde ve Kuzey Kıbrıs’ta kutlanan önemli bir bayramımızdır. Bende bu
vesile ile herkesin Cumhuriyet Bayramını kutluyor ve bize bu bayramı hediye
eden Atatürk ve silah arkadaşlarına
rahmet diliyorum.
Yazıma beğeneceğinizi umduğum güzel bir hikaye ile devam
etmek istiyorum.
İki Simit Parasına Cenneti Kazanmak
Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu.
Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak
için hazırdılar yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni
yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden
kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine
bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu. Öğretmeni, onun bu
halini fark etti:
- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin? Ali, son arkadaşının da
çıktığını görünce cevap verdi:
- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımız var ya…
- Evet, ne olmuş Ahmet'e?
- Durumları pekiyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler
koymuyor.
- Eee?
- Ona yardım etmek istiyorum. Ama benim yardım ettiğimi bilirse üzülür.
Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?
Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan
Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki
bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu
çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir
ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardım etmek istiyordu. Üstelik yardım
ettiğinin bilinmesini istemiyordu. Nurhan Öğretmen:
- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi
değil. Yanlış mı biliyorum?
- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama
ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.
Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi?
Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı.
Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha
konuşursa, belki bir yolunu bulurdu. Nurhan Öğretmen, Ali'ye döndü:
- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
- Çok zengin bir işadamı…
- Niçin?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için…
- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak şimdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi
değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme.
Çok zengin olduğun zaman insanlara yardım edersin. Olmaz mı?
- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
-Neden olmaz?
-Üç sebepten dolayı olmaz.
Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni
insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit
alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele
mahallede bir Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.
İkincisi: “Ağaç yaş iken eğilir” deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı
öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik
günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin olduğum günlere
erteler kendimi kandırmış olurum.
Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak
istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar. Nurhan
Öğretmen, karşısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.
- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak
günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene
veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı birkaç simit parası
kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e
girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu? Nurhan Öğretmen'in gözleri
dolmuştu. Başını 'Evet' anlamında sallarken Ali'yi evine yolladı. Sınıfa geri
dönerken okulun boşaldığını fark etti.
Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların
masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve
paraları eline aldı. Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde
dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar
onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SİMİT paraları, Cenneti satın
alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı
bu bozuk simit paralarını. Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin
dolduğunu, tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan
sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı… Ağladı… Ağladı. Kendine
geldiğinde akşam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken
bekçi Sadık “bozuk simit paraları ile cenneti satın almak, bozuk simit
paraları ile cenneti satın almak” diye Nurhan öğretmenin sayıkladığını
duydu. Bekçinin hayretler içinde, "Ne dediniz hocam?” demesini bile
duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca
karanlığına karışıvermişti.
"Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir."